kafamı meşgul edecek bir şeyler bulmalıyım.. bu kafayı kendi haline bırakıp da, git ne düşünürsen düşün dediğimde sonuç pek iç açıcı olmuyor.. hele ki böyle dönemlerde..
ne kadar takıntı yaratmaya müsait düşünce varsa, minderde takla atmaya çalışan çocuklar gibi sıraya giriyor ve başlıyorlar beklemeye.. sonra sırayı bozuyorlar, hepsi birden takla atmaya başlıyor.. birbirinin üzerinden zıplayanlar, birbirlerinin üzerinde zıplayanlar ve tek başına bağıra bağıra zıplayanlar sarıyor her yanı..
kulaklarından tutup, hiç olmazsa sıranızı bozmayın diyorum ama dinlemiyorlar beni.. sonunda içlerinden bir tanesi o kadar çok tepiniyor ki kafamın içinde, diğerlerini sindiriyor.. tek başına hüküm sürmeye başlıyor zavallı beynimde.. her kıvrımına takılıp kalıyor ve asla kazınmıyor, asla yok olmuyor..
bu durumda, eğer nur topu gibi yeni bir takıntılı düşünce sahibi olmak istemiyorsam yapabileceğim tek bir şey kalıyor geriye: hücum! iyi organize olmuş bir saldırı harekatı, bir tür cihat! artık, hepsi başka bir deliğe saklanmış öbür düşünceleri mi toplarım, yoksa takviye olsun diye yeni düşünceler mi bulurum, bilmiyorum.. ama yapmam gereken bu işte: gözümü karartıp saldıracam, başka yolu yok..
bu saldırının planlanma aşamasında bile kafam biraz rahatlıyor.. çünkü potansiyel takıntı olmayı hedefleyen düşmanım, tehlikeyi hissediyor.. oradan buradan üzerine üzerine gelmeye hazırlanan başka düşüncelerin gölgelerini fark ediyor.. ama bu düşüncelerin öyle belli bir biçimi, kayda değer bir içeriği yok.. bunu anlamanın rahatlığıyla, yerinden emin, devam ediyor beynimi kemirmeye.. bilmiyor ki salak şey, kendisini yaratan da o beyin aslında.. sonunda yok oluşu da, yine onun elinden tadacak..
işte bu noktada beynim, bir avuç mısır tanesini düşünmeye başlıyor.. kendi hallerinde, mutlu küçük mısır tanelerini.. onlar birazdan ateşin üzerinde kızmaya ve patlamaya başlayacaklar.. her biri kendi evrenini yaratacak.. “yok oluşu da, yine onun elinden tadacak” cümlesinin verdiği dinsel söylem pasıyla, mısır taneleri arasında abuk sabuk bir bağlantı kuran beynim, yaptığını sorgulama safhasına geçmeden, mısırları yemeye başlıyor..
alınan lezzetin beynin hangi köşesinin marifeti olduğunu merak bile etmiyor, çünkü ortada ne mısır var, ne de tanesi, ne de patlamış hali.. ama –mış gibi yapılan lezzet yerinde duruyor, tadılmış, yenilmiş.. dişlerin arasında kırıntıları bile kalmış.. ve susatmış!.. bir bardak su alıp, saldırı planlarımı yapmaya devam ediyorum..
patlamış evrenlerin minik kırıntılar halinde mideme inişleri ve sindirilmeleri canlanıyor gözümde.. yok olmayıp başka bir şeye dönüşen kırıntılar bana, “o şimdi asker” sloganını hatırlatıyor.. dilini çıkarıp elleri havada gelen arsız bir düşünce de “canı neler ister?” diyor.. kalkıp kıvırıyorum iki dakika.. kalçam üç dört dönüşü tamamlayınca, her şeyin döndüğü geliyor aklıma.. son sarhoşluğum, son pişmanlığım.. mehtap..
son pişmanlıkla mehtap arasını, evrende dönen her şey dolduruyor bir çırpıda ama bunu kısa kesiyorum.. sanki sonsuzluğun sürekli dönmesi çok basit, çok sıradan bir olaymış gibi, kafam mehtaba takılıp kalıyor.. çünkü onun bende anısı var.. benim beynimde dönüp duruyor olması daha önemli.. dünya’nın çevresi ona dar gelir, “ben” dururken!
ve bende dönen şeyler daha da önemli haliyle.. dönen ve dönüşen.. dönüşüp bünyeden atılan, gittiği yerde medeniyetin arıtmaya çalıştığı bir şey olan.. arıtıp yine kullanalım diye planları yapılan.. hayır! ben onu atana kadar neler çektim, siz biliyor musunuz?.. ne arıtması? ne yeniden kazanımı, kullanımı?.. kesinlikle hayır!.. en azından bana geri yollamayın noolur.. isteyen alsın arı-duru kullansın onu..
saçmalamaya başlayan beynim rahatlıyor.. en mutlu olduğu anlar da bu zaten.. hazır mutlu olmuşken, şu düşman düşünceye bir de dışarıdan bakayım diyor.. bakıyor yerinde mi diye.. evet yerinde, ama sesini kesmiş.. uykusu gelmiş belli, öyle kıvrılıp kalmış bir köşede.. yazık onaaa.. sen mi takılıp kalacan benim mısır tanelerini düşünebilen beynime?.. hiç şansın yok, sen bir tane değilsin çünkü..
zavallı şey diyorum kendi kendime.. o benim düşüncem, o bir zavallı.. ben de zavallıyım, onu çıkarmışım ortaya..şunun haline bak!.. nerede koskoca bir mısır tanesi, nerede sen?.. aslında sizin için bir fikrim var, hadi gel durma orada bir başına garip garip.. boyundan büyük işlere kalkışma.. gel oyna şu mısır tanesiyle, ya da o seninle oynasın.. birlikte zıplayın durun.. ama çok bağırmayın, başım ağırıyor sonra.. düşünmem gereken çok şey var.. daha önemli, daha az üzen, daha faydalı ve daha güzel şeyler..
evet ya.. benim kesinlikle kafamı bir şeylerle meşgul etmem gerekiyor.. yuvarlanan renk renk bilyeler olabilir mesela.. ya da çakıl taşları..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder