konuğumuz, robot daneel... ( 'uçuk bir konu, kaçık bir konuk' adlı radyo yapımından alıntıdır. )
sunucu: merhaba sevgili dinleyenler, çayınızı kahvenizi alıp radyonuzla bütünleşin. bu hafta uçuk konumuz, bilimkurgu. uçukluğu, bilimkurgunun "kurgu" bölümüne yakıştırıyoruz. "bilim" deyince ayaklar yere değiyor. hazır ayaklar yerdeyken şu konuya bir açıklık getirelim. efendim, bu hafta asıl konumuz, neden bizde bilimkurgu yok? yani neden bilimkurgu türü romanlarımız yok, ya da filmlerimiz ya da televizyon dizilerimiz? şöyle kestirmeden bir cevap vermek gerekirse diyebiliriz ki, bizde bilim yok ki, kurgusu olsun. yani ne kadar bilim, o kadar bilimkurgu. ama bir şeyi atlıyoruz gibi geliyor bana. bence burada asıl önemi işin "kurgu" bölümüne vermek gerekiyor. nasıl bilim olmadan kurgusu olamıyorsa, kurgu olmadan da bilim olmuyor. her müthiş buluşun temelinde, bir uçuk insan evladının düş gücü yatıyor ve genellikle de bu uçukluğu yapanlar, bilim insanları olmuyor. işte jules verne, bu adamcağızın o tadına doyulmaz bilimkurgularını yazdığı günlerde, arkasından teneke çalınıyordu. ama örneğin bir "denizler altında 20.000 fersah" romanında anlattığı denizaltı, bir nükleer denizaltıydı. böyle olduğu için de ilk gerçek nükleer denizaltı yapıldığında ona jules verne'nin denizaltısının adını verdiler: nautilus. nautilus, jules verne'nin düş gücünün, uçukluğunun bir ürünüydü. bir kurguydu. gel zaman git zaman, bilim onu aldı, geliştirdi ve gerçekleştirdi. işte bu konuya biraz da bu pencereden baktığımızda, bizde neden bilimkurgunun olmadığına farklı bir ışık tutuyor. şimdi gelelim bu haftaki konuğumuza. konuğumuz, robot daneel. bu ismi hatırlayanınız var mı? hani şu insan görünümünde, insan üstü bir zekaya sahip, olağanüstü robotu. evet, ısaac asimov'un sevgili robotu daneel, bu haftaki konuğumuz. aslında daneel bir süredir ülkemizde bulunuyor. zamanda zorlu bir yolculuk yaparak geldi. zaman yolculuğu bizim için bir kurgu. ama öyle anlaşılıyor ki, akıl sahibi insan ırkının evlatları, gelecek yüzyıllarda bu işin sırrını çözmüşler. bu arada bir konuya daha çözüm getirmişler ve kurgulu saatin icadından beri kura kura bitiremediğimiz robot düşünü de gerçekleştirmişler. ilahi adalet, ilk insan benzeri robota da asimov'un daneel'inin adını vermişler. işte bu daneel, şimdi karşımda oturuyor. merhaba robot daneel, hoş geldiniz.
konuk: merhaba, hoş bulmadım.
sunucu: ee, şey, sanırım hoş bulduk demeniz gerekiyordu r. daneel.
konuk: evet, onu biliyorum da, ne zaman bu çağa gelsem hiç de hoş bulmuyorum. keşke bazı olayların gidişini etkileme iznim olsaydı.
sunucu: anlıyorum daneel, yani zaman yolculuğu var ama tarihi değiştirme şansınız yok.
konuk: öyle de söylenebilir. ne geçmiş, ne gelecek çağlarda parmağımızı bile oynatamıyoruz. zaten bir şeyler yapmaya kalksak, tarih boyuna değişecek. karışık bir olay anlayacağınız.
sunucu: genelde öyledir. ama biz asimov gençliği, zaman yolculuğunun paradoksları konusunda oldukça fikir sahibi sayılırız. bu arada bir şeyi merak ediyorum. asimov'un "sonsuzluğun sonu" diye bir romanı vardı. bir şirket haline gelen ve kendini diğer insanlardan soyutlayan zaman yolcularını anlatıyordu. her çağa elleri uzuyordu ve olaylara etki ediyorlardı. tarih o kadar değişiyordu ki, asla tek, bildik bir gerçeklik olmuyordu. sonunda da içlerinden biri çıkıp, bu sistemi yok etti. peki sizin çağınızda bu işlem nasıl yürüyor?
konuk: sadece, birleşik dünya üniversitesi bu sistemde söz sahibi. zamana gönderilen yolcular ise sadece benim gibi insan benzeri robotlar ve tabii ki amaç da sadece gözlem.
sunucu: gözlem yapmaktan söz açmışken, konuya dönmek istiyorum. bu çağda, şu an aralarında bulunduğunuz ülkemiz insanlarının bir sorunu var. aslında kimse bunu bir sorun olarak görmüyor. ama biz yine de sorun diyelim. bizler, bilimkurgu yapamıyoruz. bir iki örnek var ama bunlar gerçekten bir iki tane oldukları için yok sayılabilir. ne dersiniz r. daneel, sizin gözlem yeteneğinize güvenerek soruyorum, biz bu işi neden beceremiyoruz?
konuk: biraz önce bu konu hakkında söylediklerinizde haklılık payı var. yani öncelikle bilimde ileri bir düzeye gelmek gerekiyor. daha doğrusu, bir bilimkurgu yazarının bilimden anlaması, haberdar olması gerekiyor. tabii düş gücü de çok önemli. hatta belki de sizin dediğiniz gibi daha önemli. doğrusu bu iki kavram öyle iç içe geçmiş ki, bilim mi kurguyu doğuruyor, kurgu mu bilimi, bilemiyorum. sanırım ikisi de.
sunucu: bizde bir söz vardır, belki duymuşsunuzdur: tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan. bu da ona benziyor.
konuk: bu tartışmayı biliyorum. cevabını bizimkiler buldular ama söyleyemem. etki etmek kapsamına giriyor bu bilgi.
sunucu: çok ilginç, ama aslını ararsanız pek de önemi yok. neyse, gelelim bizim sorunumuza, ne dersiniz?
konuk: birleşik dünya üniversitesinde, bilmem kaç kuşak öncesi, sizin ülkenize dayanan insanlar var. bizim zamanımızda artık ayrı ayrı uluslar yok. bir dünya var bir de ulusu. ama bu zaman yolculuğu işi çıktıktan sonra herkes kendi soyunu sopunu merak eder oldu. sırayla geçmiş zamanın ülkelerine gözlemci göndermeye başladılar. herkes nereden geldiğini merak etmeye başladı. bir bilim insanı, kendi soyunun geçmişini incelerken, ortaya bu ayrı ayrı ülkeler işi çıktı. aslında tabii tüm tarihi bilgiler elimizde zaman yolculuğundan önce de vardı, ama hiç kimsenin aklına o bir zamanların farklı devletleri gelmiyordu. şimdi yeni bir moda başladı. insanlar birbirlerine soylarını sorup duruyorlar. yeniden ayrımcılık başlayacak diye korkuyorum. neyse, işte benim ülkenize gelişim de bu moda sayesinde oldu. ilk ortaya çıktığınız çağlardan bu yana gözlem yapıyorum. bugün için diyebilirim ki, durumunuz pek iyi gözükmüyor. asıl sorunun ise, sizin sorunuzda düğümlendiğini sanıyorum. yani bilim yok, teknoloji yok, düş gücü var ama şekil değiştirmiş. hayal görmeyi seviyorsunuz ama düş kuramıyorsunuz. örneğin bu çağda bazı ülkelerde okul öncesi çocuklara "çocuklar sorun çözüyor" adında bir program uygulanıyor. o küçücük çocuklara, hadi bize bir "fil kaldırma makinesi" yapın diyorlar ya da "kedi ile köpekleri ayırma makinesi" yapmalarını istiyorlar. yaratıcı yönlerini, düşsel dünyalarını harekete geçiriyorlar. herkes rüya görür. siz gördüğünüz rüyaların ne anlama geldiğini çok merak ediyorsunuz ama rüya nedir, insanlar neden rüya görür, nasıl oluşur, işte bunları merak eden yok.
sunucu: bu gözlemde biraz haksızlık yok mu? bizim de araştıran, çeşitli konularda kafa patlatan insanlarımız var.
konuk: kaç tane?
sunucu: kabul ediyorum, çok değil ama dünya çapında ün sahibi olmuş bilim insanlarımız var.
konuk: işte anahtar bu. dünya çapında ünlü ama ülkenizde değil. çünkü kimse merak etmiyor. gerçek nedenler merak konusu değil, sadece söylentiler ilgi topluyor. demek istediğim, aslında sorun, düş gücünü, yaratıcılığı engelleyen sistemde.
sunucu: eğitimden mi söz ediyorsunuz?
konuk: eğitim çok önemli tabii, ama eğitim sisteminiz de bu genel sistemin bir sonucu. gelecek korkusu herkeste var ama geleceğin nasıl olacağını kimse merak etmiyor. bu ülkenin çoğu insanının bildiği tek gelecek "öbür dünya" dedikleri, ölüm sonrası gidildiği varsayılan yer. bu arada hemen söyleyeyim, oralara henüz biz de gidemedik. neyse, sonuç olarak diyebilirim ki, evrendeki en büyük güç, zekâdır. aklın çalışması gerekir. bunun için de insanlar akıllarına güvenmek zorundalar. her şey orada başlayıp, bitiyor. beynin bir kısmı kurgularken, diğer bir kısmı yapıyor. bu iki parça birlikte çalışmadıkça üretim olmuyor ve insanlar, ya aklını çalıştırmasını bilen insanlara uydu oluyor ya da toptan bir insanüstü varlığa teslim olup, rahatlıyorlar. böyle olunca da, kazara merak duydukları konulara getirdikleri en bilimsel açıklama, "allah bilir" oluyor. düş yok, merak yok, araştırma yok, çözüm yok, tabii ki bilim yok ve doğal olarak, olmayan bunca şeyin kurgusu da yok.
sunucu: robot daneel, gözlemleriniz can sıkıcı da olsa, itiraf etmeliyim ki gerçekçi görünüyor. ama sanırım bizim insanımızda bunca yokun arasında sadece "umut" var. hiç yoktan iyidir, ne dersiniz?
konuk: umut etmek iyidir, hoştur ancak çaba gösterilirse. her neyse, en azından gelecek için söyleyebilirim ki, zor da olsa, uzun da sürse sorun çözülüyor.
sunucu: yani biz de bilimkurgu yapıyor muyuz?
konuk: evet, sanırım bu kadar ipucu verebilirim.
sunucu: size çok teşekkür ediyorum, robot daneel. çağınıza bizden selam söyleyin.
konuk: hoşça kalın. yeniden gelmek isterdim ama kural olarak aynı ülkeye, aynı çeyrek yüzyılda, aynı gözlemciyi göndermiyorlar. neyse, biraz karışık oldu ama durum bu.
sunucu: sevgili dinleyenler, bu hafta "uçuk bir konu, kaçık bir konuk" yapımında konumuz, bizde neden bilimkurgu yok, konuğumuz da robot daneel idi. ne garip, torunlarımız zamanda yolculuk ederek, insanlığın ilk ortaya çıkışından belki de evrenin yok olacağı o ana kadar her döneme gidip oralarda bulunma ayrıcalığını, yani sonsuza kadar yaşama düşünü, robotlara bağışlamışlar. haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder