*
"Bu programı toparlamamız gerekiyor. Olmuyor mu? O zaman bitiririz!"
Programın yapımcısı son zamanlarda çok sinirliydi. Ve son zamanlarda ne zaman izlenme oranlarını eline alsa, söylediği sözler aynı oluyordu: "Bitiririz!"
Başladığı günlerde çok ilgi çeken, tüm zamanların en çok izlenen yapımı olmayı başaran program, artık listelerde son sıralarda bile kendine zor yer buluyordu ve duruma bakılırsa, o yeri de özleyeceği günler hızla yaklaşıyordu.
Çekirdek ekibin önemli bir kısmı toplantı masasının çevresinde kümelenmiş, yapımcının sinirinin geçmesini bekliyordu. Yapımcı ise, yönetmene elindeki dosyayı sallayarak bağırıyor ve beklenenin aksine hiçbir sakinleşme belirtisi göstermiyordu. Yönetmen çaresizdi, onun elinde sallayacağı bir dosyası bile yoktu. Olsaydı, belki tüm yardımcılarına ve özellikle senaryo ekibine karşı o dosyayı sallamaktan büyük bir zevk alacaktı. Ancak, artık işler çığırından çıkmış ve program, tasarlanan, yazılan, önerilen ya da en azından, iyi niyetle olsun düşünülen hiçbir şeye uymamaya başlamıştı.
Sanki program özgürlüğünü ilan etmişti, sanki kendi kaderini tayin etme hakkına sahip çıkmıştı ve sanki alıp başını gitmiş, kendi çalıp kendi söylemeye başlamıştı. Tüm bunları birdenbire, hiçbir uyarı yapmadan, hiçbir belirti göstermeden yapmaya başlamıştı. Programın formatı beklenmedik gelişmelere, sürprizlere ve trajik sonlara uygundu, belki bu yüzden olacaklar önceden sezilmemiş, genel akış içinde doğal kabul edilmiş ve umursanmamıştı.
Gittikçe kafa karıştıran, içinden çıkılmaz hale gelen ve sinir bozan program hızla izleyici kaybediyordu ve kimse çıkıp da, bu durumu izleyicilere anlatacak cesareti kendisinde bulamıyordu. Ne diyeceklerdi? "Artık bizi dinlemiyorlar, onlara etki edemiyoruz. Kontrolü kaybettik!" mi? Bunu söylemek kesinlikle kolay değildi, ayrıca gerekli de değildi. Çünkü bu itiraf, sadece programın değil, büyük bir olasılıkla yüz yıllardır yapılan bu tür bütün programların sonunu getirirdi. Verilecek hesaplar, açılacak soruşturmalar ve yapılacak araştırmalar da cabası olurdu. Böyle bir şeye katlanmak istemiyorlardı. Zamanı geldiğinde şu ya da bu şekilde biten diğer tüm yapımlar gibi, bu program da bitirilirdi. "İzlemiyorsunuz kardeşim, bitirdik biz de!" demek, çok daha akıllıca bir seçim olacaktı. En azından şimdilik.
Yapımcı, bir eve doldurulup belli bir plan dahilinde yalnız bırakılan ve 'Ne haliniz varsa görün, biz de sizi izletelim!' denilen o ilk yapımları özlüyordu. O zamanlar, anlatılana göre, her şey çok daha kolaydı. İçlerinden her zaman, izlenmek isteyen, ödül, ün ya da sadece tanınmak isteyen birileri çıkardı. Onlarla, adına "Reality Show" denilen yarı kurgu yarı gerçek programlar yapılır ve çok da izlenirdi. Ama zaman geçtikçe bu programlar, bilimsel gelişmelere paralel olarak değişmişti. Artık, içlerinden birilerini izlemiyorlardı. Artık izledikleri, yarattıkları başka canlılar, başka türler ve başka yaşam biçimleriydi.
Ve elbette, izlenilenler için söylenebilecek hiçbir şey yoktu. "İzlendiğiniz için yaşıyorsunuz!"dan başka.
Onlar, zaman zaman büyük bir oyunun parçası olduklarını içgüdüsel olarak hissetseler de, hatta zaman zaman kendileri de bu tür denemelere girişseler de, ve hatta hatta onların da yaşamlarına 'İzlenme Oranı' gibi bir kavram girmiş olsa da.. Taşından toprağına, suyundan balığına, ekmeğinden sofrasına kadar, bir programın dekoru, oyuncusu ve stüdyosu olduklarını bilmiyorlardı.
Ne aldıkları oylardan, ne üzerlerine oynanan bahislerden, ne de aralarına girilen reklamlardan haberleri vardı. Ne de, yaratıcılarının minik bir benzeri olduklarından ve 'Hızlandırılmış Evren Fanusu' içinde hızla yaşadıklarından. Hem de son hızla! Bilmedikleri bir diğer şey de, yapımcılarının bu sefer "Bitiririz!" derken son derece ciddi olduğuydu.
Fanusun içinde, sadece dekor amaçlı tasarlanan bir çok parlak şeyin yanı sıra, bir de izlenenlerin enerji kaynağı olan ve sadece bir dekor olmasının çok daha ötesinde yaşamsal bir görevi üstlenen büyük beyaz bir ışık küresi bulunuyordu. Yapımcının bu ışık küresinin kapama düğmesine basması an meselesiydi. "Bitiririz"in anlamı da buydu aslında. Sıfırdan başlayıp, yaratıcılarının zaman akışının bilmem kaç katı bir hızla yaşayan, gelişen, ortaya iyi bir seyirlik sunan ama ne yazık ki son zamanlarda izlenme oranı düşen minik yıldız sistemi, fanusun içinde dönüp duruyor ve fişinin çekilmesini bekliyordu. Tabii neyi beklediğini bilmeden.
Yapımcının bildiği şey ise, bu program dekorunun daha fazla vakit yitirmeden bir an önce depoya yollanması gerektiğiydi. Belki zamanla, neden işlerin bu hale geldiği anlaşılır, sorun çözümlenir ve duruma tekrar bakılırdı. O zaman dekor, toz tuttuğu arşivden çıkarılır, büyük beyaz kürenin açma düğmesine basılır ve fanusun içinde yeni bir yaşamın oluşmasına izin verilirdi. Kontrolü ellerinde olan bir yaşamın. Daha iyi kurgulanmış ve daha çok izleyicisi olan bir yaşamın.
"Bitiriyoruz" dedi yapımcı. "Evet, kesinlikle bitiriyoruz!"
Üzerinde yaşayanların 'Dünya' diye adlandırdıkları dekor parçası, bir anda karanlığa gömüldü. Bir anda dondu. Bir anda bitti her şey. İzlenmiyorlardı, yaşamalarına da gerek kalmamıştı.
*
Tam o sırada, bir başka toplantı masasının etrafına kümelenmiş, bir başka program ekibi, karşılarındaki dev ekrana dikkatle ve keyifle bakıp duruyorlardı. Programın yapımcısı mutluydu, ekip de neşeli. Çünkü, onların programının izlenme oranları yeni bir rekor kırmak üzereydi. Nasıl olmasın ki? "Acaba bizim minik yaratıklar bu soruna bir çözüm bulacaklar mı, yoksa zamanında bizim de yaptığımız gibi fişi çekecekler mi?" tartışması sonlanmıştı. Hem de yapımcının girdiği bahsi kazanmasını sağlayarak.
"Devam!" dedi yapımcı. "Yaşayın bakalım, izleniyorsunuz!"
*
Ve yine tam o sırada, bir başka toplantı masasının etrafına kümelenmiş bir başka program ekibi... (Bu öykü, 'Truman Show' sinema filminden ve Douglas Adams'ın 'Her Otostopçunun Galaksi Rehberi' kitabından esinlenmeler, etkilenmeler ve bunları yapmanın sebep olduğu utancın pembemsi rengini taşımaktadır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder