23.1.09

Yayındasın

Düşünde salıncakta sallanıyordu. Aslında annesi onu tek başına bırakıp da gitmezdi salıncağa bindiğinde ama bu kez, alabildiğine hızlı ve yalnız başına uçuyordu sanki.

Ne derdi annesi? "Düşersin yavrum, sıkı tutun!"

Keşke daha sıkı tutunsaydı şu zincirlere, bak düşmüştü işte. Hem de ne düşme! öyle canı yandı ki, "anneeee" bile diyemedi.

---

Kimdi her mesleğin zor bir yanı vardır diyen?

Daha yeni sallanmıştı her yer. Başını, üstüne devrilen dolabın altından kurtarıp kaldırdığında, her yer koyu bir karanlığa bürünmüştü çoktan. Dışarı attı kendini, üstünde ne varsa onunla.

Sonra yine çıktı evine. Üstünde pek bir şey olduğu söylenemezdi çünkü. Sonra telefon, çanta, bir de sigara.

Zaten hemen gitmek zorundaydı işinin başına.

---

Salıncak durmuştu. Düştüğü yerden kalkıp, annesine koşmak istedi ama "annem gelsin de kaldırsın beni" dedi, somurtarak.

Gelen giden olmadı. Hem bu nasıl bir düştü ki? Gece mi binmişti salıncağa düşünde?

Çok karanlıktı her yer. Ne bir ses geliyordu artık, ne de annesi.

"Tamam, ben giderim o zaman" dedi. "Çok kızdı bana herhalde, tek başıma bindim diye"

Kalkmak istedi, kalkamadı. Üzerinde bir şeyler vardı, çok ağır bir şeyler.

Beklemeye başladı, annesini.

---

"Son beş, dört, üç, yayındayız!"

İşte yine başlamıştı. Bu işin her şeyi bir yana, şu canlı yayınlar yok mu? Hem de böylesi! Hazırlıksız, anında, hiçbir şey bilmeden. Ne anlatılacaktı şimdi bu millete? Ekipler yeni yola çıkmışlardı. İlk görüntülerin gelmesine vardı bir süre daha. Şimdilik sadece "ne oldu, ne zaman oldu" anlatılacaktı çaresiz.

"Yayındayız"

---

"Anneee! Çişim geldi!" Gelmişti işte, ne yapsın? Eskiden olsa, ne güzel yapardı bezine. Ama artık şu tuvalete yapma işini çıkarmışlardı başına. Ne can sıkıcı bir şeydi o öyle? Tam çişi gelmişken, tutması gerekiyordu. Ama artık tutacak hali kalmamıştı. Zaten ne onu almaya gelen vardı, ne ışıkları yakmaya gelen.

"Yapıyorum işte altıma!" dedi ağlayarak. Daha tam bir abi olmamıştı belli ki.

---

Sonunda ilk görüntüler geldi. Ne kurguya zaman vardı, ne de uzun hikayelere.

Yayına verdiler hemen.

Sonra inanılmaz bir tempoda çalışmaya başladı herkes. Giden ekiplerle bağlantılar kuruluyor, ilk izlenimler anlatılıyor, ve sinirler geriliyordu.

Ne büyük bir felaketti bu? Zaman geçtikçe, olayın büyüklüğü anlaşılıyordu. Yıkılan onca bina, enkaz altında kalan onca insan, çıkan yangınlar.

Üzülmeye fırsat bulamadı. Uzmanları buldu, telefon bağlantılarını kurdu, canlı yayını yönetti. Arada yine sallanıyorlardı.

---

Haydi artık! Haydi artık! Haydi!!!

Annem gelsin! babam, ablam ya da. Nerede bunlar? Belki de onu bırakıp gitmişlerdi. Bir salıncak için bu kadar kızılır mıydı ki? Altına yaptığı için miydi acaba?

Üşümeye başlamıştı. Sanki bir delikteydi. Biraz dönecek gibi oluyor, ama çıkamıyordu yerinden. Her yanında bir karaltı.

Dinlediği masallar geldi aklına. Tavşanların delikleri, farelerin.

Sincap yuvaları ağaçlardaki, ve kocaman ayıların mağaraları.

Arıların kovanları, karıncaların evleri.

---

Sabah olmuştu sonunda. Sabah! Gün ışığına kim sevinmişti daha önce? Her gün doğan güneşe, daha önce kim bu kadar sevinmişti?

Ama gün ışığı bu kez yıkıntıları, feryatları aydınlattı.

Gecenin bir yarısı olanları anlattı insanlara. Onlara depremi gösterdi.

Bir haber geldi o sıra. Giden ekiplerden biri, kurtarma çalışmalarını çekerken bir ses duymuşlardı enkaz altında. Bir çocuk sesi, "anne" diyordu.
Hemen, her saniyesini çekmelerini istedi. Yayına verdi görüntüleri anında.

Görüntü akmaya başladığında, depremden kurtulanları gördüler önce. Sonra dev gibi bir yığını. Sonra, elleriyle çalışan çaresiz insanları.

Sonra ağlayan bir kadını.

"Kadınla konuşun hemen!"

---

Tutamıyordu ki kendini. Ne abilik kalmıştı, ne bir parça büyümüşlük. Ne de acı.

"Anneee" diyordu sadece.

Sonra sesler duydu başının üstünde. Sanki birisi yürüyordu, ya da tırmalıyordu bir kedi.

Bir daha "annee??" dedi.

Tıkırtılar arttı hemen. Bağıran insanların sesini duydu. Annesini duyamadı sadece.

---

"Ne olur kurtarın yavrumu! Ne olur"

Ağlıyordu kadın.

"Tamam kes! Yıkıntıları görelim. Kazanları. Haydi!" dedi.

O an, orada bulunanlar monitörlere kitlenmişti. Seste bir kayma oldu.

"Uyan!! Bağırtma o kadar! İşinize bakın siz!"

---

Elini uzat diyordu biri ona. O küçük delikten elini uzatmasını istiyordu biri. Işıkları yakmışlardı. Sabah olmuştu sanki. Keşke süt olsaydı biraz.

Çıkaramadı elini bir türlü, dönemedi bile.

Sonra yine tırmalama sesleri devam etti tepesinde. "Haydi! şimdi!!" diye bağırıyordu amcalar. Tozlar döküldü yüzüne. Gözlerini kapadı ama, yine de kaçmıştı işte biraz.

Birden, başının üzerindeki karaltı açıldı. Işıklar doldu yaşarmış gözlerine. Sımsıkı yumdu yine.

---

"Çocuğun yüzünü ver hemen!!!"

"Açılmalarını söyleyin oradaki herkese "

"Annesini ver şimdi. Haydi çabuk!!!"

Kameraman bir çocuğa, bir anneye, sonra betonu parça parça kaldırmaya çalışan ellere döndü defalarca.

Sonunda hepsi bir yerde toplandığında, anne, çocuk ve eller,

"Çıkışını saniye saniye istiyorum!!!"

---

Annesi gelmişti galiba. Sonunda gelmişti. Belinden kavrandığını hissetti. Yavaşça çekmeye başladılar onu. Baktılar ki geliyor bir yerlere takılmadan, çekip aldılar o karanlık yerden bir çırpıda.

Sonra o bildik kokuyu, o yumuşak teni hissetti yanaklarında.

Gözlerini araladı, annesinin yanaklarını tanıdı hemen. Sarıldı boynuna. Kızmamıştı demek, salıncak için. Şu altına yaptığı şey için.

Kızmamıştı.

Kocaman güldü annesine, ama onun neden ağladığını anlamadı.

---

Şimdi her monitörde aynı görüntü vardı. Annesine sarılmış bir çocuk, alkışlayan, ağlayan insanlar.

"Anneyle çocuğa yaklaş"

"Yaklaş iyice!"

"Tamam kal öyle"

"Kalsın biraz"
...
"İzmit? Hazır mısın? Sana geliyoruz"

"Son beş,"

"İzmit! Sendeyiz oğlum, başla anlatmaya"

"Yayındasın"

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin